26 Haziran 2011 Pazar

KADINIM

Ah kadınım...

Sana, bu hücreden yazacağım hiç aklıma gelmezdi.

Karanlığın sinsi bir akrep gibi duvarlarda gezindiği, yalnızlık ve hasretin bir yılan gibi kulaklarımda tısladığı, soğuğun ve çaresizliğin prangalar halinde yüreğime saplandığı bu lanet yerde iki şeye tutunuyorum.

Birincisi, hücremin tam ortasında yanan mumun titreyen ışığı, ikincisi, duvarlara astığım hayalin.

Ah kadınım, yıllar boyunca sana hasret kaldım. Sensizliğini, yokluğunu, karşılıksız aşkımı, yıkılışlarımı, gözyaşlarımı, beklentilerimi, öfkelerimi, kızgınlıklarımı, “belki” lerimi, “neden olmasın” ları mı biriktirdim yüreğimde.

Beni perişan eden, damarlarımı kurutan, takâtimi yok eden bu zehirli karışıma karşı bir panzehir yapmaya karar verdim sonunda. Ve böylece, her sabah güneşe merhaba dedikten sonra, yüreğime enjekte ettim bu panzehirden azar azar.

Ama ne aptalmışım.

Panzehirin gücü ne kadar da aciz kaldı bu karanlık zindanda. Demir parmaklıklar arkasında, yokluğun ne kadar da acımasız kırbaçlıyor beni. Dokunamadığım bedeninin soğukluğu ellerimi parçalıyor. Ya o öpemediğim dudakların, ne kadar da yakıcı. Sensizliğin panzehiri yokmuş anlaşılan. Zaten insan zehirlenecekse böyle bir zehir dolaşmalı damarlarında. Çaresi olmamalı bunun.

Ah kadınım, yarın sabah bana güneş doğmayacak. Mumun cılız ışığı son defa aydınlatacak yüzümü. Bu cendere duvarlar son defa üstüme gelecek. Sessizliği ve sensizliği son defa yutkunacağım bu yalnızlığın içinde.

Sonra senin hiç bilemediğim nefesine, hiç dokunamadığım bedenine, hiç yer edinemediğim yüreğine, hiç hissedemediğim titreyişlerine, hiç tadamadığım gözyaşlarına, kaybolamadığım öpüşlerine tutunarak yükseleceğim göğe.

Kararımı çoktan verdim. Onların eline bırakmayacağım canımın son çırpınışlarını. İzin vermeyeceğim. Her şeyi ayarladım. Acı çekmeyeceğimi düşünüyorum.

Güya beni bu hücreye tıkarak cezalandırdıklarını düşünüyorlar. Ah ne budalalar aslında halbuki. Bir mum ışığının titreyen bedenine bakarak insan ne hayaller kurabilir insan. Öyle değil mi ?



Ah kadınım, mutlu olmanı istiyorum. Sonsuza dek mutlu olmanı. Ebediyete kanat açmış zavallı yüreğin tek isteğidir bu.

Haddini hep aştı, hepte aşmaya heves etti bu budala kalbim. Hep seni aradı. İstemedi başkalarını. Bilemedi kendine göre olmayanın keskin kanlı dişleri tarafından ısırılmanın lanetini.

Sandı ki, çocuk bahçesi bu meydan. Hopladı, zıpladı. İlla ki, “o” olacak dedi. Ah kadınım, ah melek yüzlüm. Anlatamadım ben bu haylaza sonunun ne olacağını. Şimdi çeksin cezasını o zaman değil mi ?

Mum bitmek üzere. Son satırlarımı yazmam için, kızgın bir lav gibi sabırsızca akıyor elime. Zaten güneşin ışıkları da kol gezmeye hazır. Salına salına yükseliyor göğe.

Vakit geldi güzel kadınım.,

Senin tarafından sevilmek ihtimaline gebe kalmaktan uzak sevgimi az önce hücrenin camına konmuş güvercinin kanadına iliştirdim. Benden geriye kalan son şey bu.

Ha, aklına şu soru gelebilir. Kağıdı kalemi nereden buldu? Nereye yazdı tüm bunları ? Gitmeden geride soru işaretleri bırakmak istemem.

Karanlık ve mum ışığı fısıldadı bu parlak fikri kulağıma. Onlara çok teşekkür ediyorum. Bunu ihmal edemem.

Karanlık dedi ki, gördüğün bu duvarları bir mektup kağıdına çevirdim senin için, hücrenin kırık camından da bir parça koparıp divit yapacağım sana.

Mum ışığı da utanarak, sen de damarlarındaki kanı mürekkep yapmaktan çekinmezsin herhalde dedi.

İşte böyle kadınım, hücrenin duvarlarına bu son satırları yazarken hokkanın içindeki mürekkepte bitmek üzere. Olsun, son cümleyi yazmaya yetecek kadar sakladım ama…

Panzehiri olmayan bir zehirdi sevdan…


24.02.2008
Ankara

(Gidip, kan kusan ellerimi yıkamam, gözlerimden akan irinleri temizlemem lazım. Bu satırlar; bir buhran yada şizofrenik bir sanrı ürünleri mi bilmiyorum… )